Yüce yaradan insanları yaratırken, bizleri diğer canlılardan ayıran en önemli özelliği kesinlikle iletişim gücümüz, yani konuşma olarak belirlemiş. Şüphesiz. Konuşmak bir eylem olarak her ne kadar basit gelse de ifade edip, anlaşılmak hiç de o kadar kolay değil.
Çevrenizde, yaşarken yığınla olayın içine dalıp çıkıyorsunuz. Bazıları oldukça sıradan; bakkaldan ekmek almak, sinemaya gitmek, asansörde karşılaştığınız birine günaydın demek vs. bir de günlük hayatımızın ortasında ağırlığıyla yaşadığımız olaylar var. Sevdiğiniz, değer verdiğiniz insanlar tarafından psikolojik olarak darmadağın olabileceğiniz ağırlıkta yaşadıklarınız. Bazen hayat size aklınızdan bir an bile çıkaramadığınız birini unutmanız için, içinize beton bile dökebileceğiniz kadar ağır sebepler sunabilir. Bu tarz durumlarda yaşadığınız olayları paylaşıp, içinizdeki düğümlerin bir kısmını çözmek için birilerine ihtiyaç duyarsınız. İşte tam o sırada konuşmak fiilinin alt metninin ağırlığı ortaya çıkar.
Ben her ne kadar hayatımı ifade edebilecek işlerle uğraşıyormuş gibi görünsem de aslında ketum bir adamımdır. Kan kusar kızılcık şerbeti içtim derim. Evet, insanlara kendimi oldukça doğru şekilde ifade ederim ve çoğunlukla da karşımdakini net olarak anlarım. Ama insan dertlerini anlatmaya sıra geldiğinde doğru kişiyi bulamamanın, yozlaşan ruhların güvensizliğinde bir kalp kırıklığı daha yaşamak istemeyişinden dolayı susabiliyor. Lakin ne kadar ketum olursam olayım benim de tıkandığım zamanlarda içimi rahatlıkla dökebileceğim ve bunu yaparken beni dinleyen insan tarafından, ne olursa olsun yargılanmayacağımın, yaptığı olumsuz yorumların da sadece benim iyiliğimi düşündüğü için yapılığını bilirim. İnsanın güvenebileceği birilerin olması ne güzel.
Hayatınızda dost kazığını kaç defa yediniz? Hiç yemedim demeyin inanmam. Bu kadar çiğ süt emmiş insan evladı varken, kaderin sizi teğet geçmesi mümkün değil. En çok da sırlarınızla vurmadılar mı sizi? Elbette öyle yaptı katıksız şerefsizler. Ruhlarında var ne yapacaksın! Aslında yapılacak olan insan olmaktan vazgeçmemek. İnsan yaşadığı yıl kadar değil, yaşadığı olay kadar yaşlanır. Eski kazıklar, daha sağlam dostlukların temelini hazırlıyor aslında. Daha temkinli daha az hatayla çıkıyor kişi yola. Bu sefer de kime ne anlatması gerektiğini elbette çok daha iyi anlıyor.
Konuşmak, yalnızca bir kelime değil, aslında hayatın ta kendisidir. Hayat bazen tuhaf şeyler de sunabiliyor bize. Çok sevdiğiniz biriyle, yollarınızı ayırmanın eşiğine gelebilir, sonra sihirli bir adımla yolunuza çok daha sağlam adımlarla devam ettiğinizi görebilirsiniz. Artık çok daha derin ve samimi, hatta sırlarınızın ortaya döküldüğü sohbet masalarında oturursunuz. O omuza yaslanıp kâh ağlarsınız, kâh hayaller kurar, belki de o hayallerle dalga geçersiniz. Güzeldir ifade edebilmek, sevmek sevilmek. Küçük İskender bir yazısında şöyle diyordu. Sevmek ifade edebilmek kadar, ifadeyi unutamamaktır da! Çok doğru, sevginizi ifade edin, öyle bir ifade edin ki o sevgiyi ne siz ne de karşınızda ki asla unutmasın.
Şimdi iyi düşün. Doğduktan kısa bir süre sonra konuşmaya başladın. O günden sonra da bir sürü insanla bir sürü konuşma yaptın. Peki, kendini ne kadar ifade edebildin? Ya da karşındakini ne kadar anladın? İşin bu tarafından bakınca uzunca bir süre düşünmek lazım.
Dertleriniz içinizde koca bir yığına dönüşmeden, gözlerinizi kapayıp aklınıza gelen ilk kişiyle bunları paylaşın. Çünkü o an aklınıza gelen kişi kesinlikle güvendiğiniz biridir.’’ Tabi bu aralar aptalca birilerine platonik aşk beslemiyorsanız.’’ Umarım ömrünüzün sonuna kadar sırlarınızın da, yaşadıklarınızın da güvenle saklanabileceği bir eş ruhunuz olur.